21 Temmuz 2010 Çarşamba

The Walk Of The World, Vierdaagsefeesten/Nijmegen 2010 Nijmegen'de Festival Günleri,22.07.2010


Hollanda, Nijmegen'de Festival Günleri,22.07.2010
The Walk Of The World
Vierdaagsefeesten/Nijmegen
2010
I.BÖLÜM


Hollanda, Nijmegen'de temmuz ayının 15'ine denk gelen hafta boyunca ilginç bir festival düzenleniyor. Festivalin adı "Vierdaagsefeesten" ya da The Walk Of The World. Bu festivalin en büyük özelliği, dört etabı içeren bir yürüyüş olması. Yürüyüş aynı başlangıç noktasından başlayarak dört ayrı günde, dört farklı yönde tekrarlanıyor. Bayramı bol bir milletin çoçukları olarak hemen bunun amacını soruyorum. Bir amacı yok, sadece yürümeyi seviyoruz diyorlar. Binlerce insan sadece yürümeyi sevdikleri için şehirlerinden kalkıp buraya geliyorlar ve yürüyüp geri dönüyorlar. Ben bunun ardında bir amacın olmamasına şaşırıyorum.

Lent köprüsünden dönüş, 2010

Yürüyüşte çok farklı gruplar var. Gruplar tek tip tişörtleriyle bir bütünlük oluşturuyorlar. Bir diğer grup ise askerler; İngiltere'den, Kanada'dan, Fransa'dan, İtalya'dan vb. birçok ülkeden gelip yürüyüşe katılmışlar marşlar eşliğinde geçiyorlar. Burada askerler bizim askerlerimize göre çok daha rahat görünüyorlar. Yürüyüş bittiğinde çoğu soluğu barlarda alıyor. Dans ederek kutluyorlar.
Yürüyüşe katılanların yaş ortalaması oldukça yüksek . Hiç şişman birini görmedim. Oldukça sağlıklı görülüyorlar. Hepsinin ayaklarında bot var. Zaten yürüyüşün simgesi de bir çift bot.



Dönüş yolunda,2010


Yürüyüşün başında ve sonunda yürüyenleri destekleyen gruplar var. Yol boyunca tezahürat yapıp el çırpıyorlar. Dönenler oldukça mutlu görünüyorlar. Birçoğunun ayağı alerji olmuş, su toplamış, zar zor yürüyorlar. Dönerken yol kenarına sıralanmış satış yerlerinden yürüyüşten bir anı olarak, bir madalyon, bir şilt ya da bir kupa alarak kendilerini ödüllendiriyorlar.


Askerler Dinleniyor, 2010



Yorgun Askerlere Dutch Kızlardan Tebrik



I.Etap Yürüyüşü Sabah Saat 5:00

Bu oldukça büyük bir organisazyon. Vierdaagsefeesten yürüyüşünü düzenleyen belediyeyi bu anlamda tebrik etmek gerekir. Çok iyi organize olmuşlar. Şehrin her yeri portatif düzeneklerle adeta tekrardan yaratılıyor. Yürüyüş güzergahları akşam konser alanına dönüşüyor. Yürüyüşün ardından şehrin bir çok farklı yerinde konser alanları kuruluyor. Her tür müzik çalınıyor. Kendinize uygun birini mutlaka bulabilirsiniz. Benim evime en yakın olan yerde Valkof müzesi olarak da biliniyor. Burada, iki farklı organisazyon var biri parkın içinde iki ayrı alanda yapılan tekno müzik yayını diğeri, buradaki etnik gruplara hitap eden panayır şeklinde düzenlenmiş bir konser alanı. Örneğin dün bir kürt grup çıktı Burada yaşayan Türkler, PKK bayrakları açıp halay çektiler. Üzerlerinde Kürdistan yazılı tişörtler giymişlerdi. Burada yoğun bir kürt grup olduğu görülüyor. Sonraki akşam afrikalı bir grup çıktı. Ama ben biraz daha arkada küçük bir alanda yapılan müziği sevdiğim için oraya gitmeyi tercih ettim. Liman caddesinde ise çok büyük bir sahnede daha popüler gruplar sahne alıyorlar. Grote Mark meydanında ise pop konseri var Sokak aralarında daha yaşlılar için müzik yapılıyor. Tabi bu sırada yeniliyor ve en çok da bira tüketiliyor. Genellikle bira en çok içilen içki 3.40 e alabiliyorsunuz.





Konser Sonrası Temizlik


Liman Caddesinde Dönme Dolap, Nijmegen


Kronenburger Parkının İçindeki Şapel



Limanda bir kafeden
İstasyon Köprüsünde Gün Batımı



23 Temmuz 2010, Cuma günü festival son bulacak bu nedenle festival için bir bölüm daha yapacağım. Daha anlatacak çok şey var. Görüşmek üzere.
















Opera Barın Önündeki Meydanda Konser













Yürüyüşte Görevli Gençler Kutlama Yapıyorlar




Alkolü az ve Küçük şişelerde satılan
Bir içeçekle Fondip Yarışı



Bir Kız Görevli Grubu
Komik Kostümleriyle Eğleniyorlar





10 Temmuz 2010 Cumartesi

Şimdi Okullu Oldum, 14.07.2010

Radboud Üniversitesi Nijmegen,14.07.2010

Bu sabah okula gidip öğrenci işlemleriyle uğraşmam gerekiyordu. Bu nedenle erken kalktım ve önce çarşıya gittim. Amacım kendime bir yağmurluk almaktı. Çünkü bu şehrin havasını tahmin etmek çok zor. Güneşliyken bir bakıyorsunuz fırtına boran.

Uzun bir aramadan sonra pahalı bir outdoor mağzasından ucuz birini alıp kasaya gittim. Cebimde sadece 500 e para vardı. Kasiyere uzattım ben bunu bozamam dedi ve bankaya gitmemi önerdi. Banka şehrin çıkışında bir yerde. Atladım bisiklete girdim içeri 500e uzattım. Kadın bu parayı bozamayacağını söyledi. Bankada hesabım olması gerekiyormuş. Hadi bakalım kaldım mı öyle ortada dımdızlak. Aziz Nesin’i aratmaz bir hikaye. Bir çözüm bulunamadığı için çıktım bankadan. Cebimde 3,5 e bozukluk var. Mecbur okulada gidilecek. Düştük yola.



Üniversitemizin Amblemi

Bankaya uğradığım için ters istikametten girsem de sonunda okul yolunu bulabildim. Aşağıda okul binasının fotoğraflarını göreceksiniz. Kocaman bir kampus. Yanlışlıkla ters taraftan girmişim Çünkü okulun bir çok girişi var. Kart mart soran da yok hani .
Bir baktım tıp fakültesinin içinde debeleniyorum. Sora sora buldum merkez öğrenci işlerini. Burada öğrenci işleri müthiş çalısıyor. Türkiye’nin hiçbir okuluyla kıyas edilemez. Sistem mükemmel işliyor. Aşağıda fotoğrafını görünce şaşıracaksınız çünkü daha çok bir bankayı andırıyor. Numaratörden bir numara aldım 2-3 dakika içinde numaram yandı. Görevliye Erasmus öğrencisi olduğumu söyledim hemen bilgisayara baktı ve kayıtlı değilsiniz dedi. Erasmus bölüm sorumlusunu aradı. O da yerinde yok. Kadına öyle zavallı bakmış olacağım ki üzülmeyin yazınız elinizde bu sorun yaratmaz sizi kayıt ederiz yarın sabah tekrar uğrayın dedi. Teşekkür ederek çıktım. Zaten sıcakta 30 dak. Pedal çevirmişim. Yorulmuşum . Açıkmışım .Uykusamışım!

Radboud Üniversitesi, Fen Bilimleri Bölümü


Kantine girdim. Yemek hazırlığı var. Yesem mi ?dedim içimden. Gittim fiyatlara baktım. 3.5 e yazıyor. Bizdeki tabildot usulü , girdim aldım yemeği kasaya gittim. 3.5e göründü. Parayı çıkarmaya çalışırken kadın kart sordu:

-Ne kartı pardon

-Öğrenci kartı

- Ben erasmus öğrencisiyim kartım henüz çıkmadı

- o halde 6.5 e

-yaa! Ne güzel (tabi bu güzel o güzel değil.)

Başladım çantayı karıştırmaya Allahım her şey var 500e bile var. Ama aç kaldık şu memlekette. Bunları düşünürken aklıma dışarıdaki bankamatik geldi. Okula gelirken gözüme ilişmişti. Kadına; “One minute” denen o sihirli cümleyi kullanarak. (Başbakanda işe yaramıştı belki bizde de yarar kimbilir) Bir koşuda çıktım dışarı kartlarımı gözden geçirdim. Bir yandan kaptırırsam diye korkarak, ya bismillah! deyip soktum hazneye. Dili sordu İngilizceyi seçtim, şifremi istedi yazdım, iyi gidiyorum. En azından o beni tanıdı. Çekmek istediğim limiti sordu. Yazdım. Fatura isteyip istemediğimi. Ona da cevap verdim. Aaa para geliyor. En son neye bukadar sevindiğimi hatırlamıyorumJ

Hayatımın en güzel yemeğini yedim. Para var ya artık bir de kahve içtim üzerine (Cihan Hocamı da anarak) değmeyin keyfime.

Radboud Üniversitesi, Fen Bilimleri Bölümü


Saat 18:00 oldu bu arada. Dün plan yapmıştım . Okulun yakınlarında bir park var. Orayı göreceğim. Dışarı çıktım o yakıcı sıcaktan eser yok. Hava biraz kapatmış ama yine de kararımdan vaz geçmedim. Bastım pedallara, sür babam sür. Burası şehrin biraz dışı. Daha çok küçük apartmanlar küçücük bahçeli evler var. Akasya ağaçları iki yolun kenarında sıralanmış kokusu müthiş genzinizi yakıyor. İnsan burada huzurdan ölemez diye düşünürken pedallara basıyorum gelemiyoruz parka hava iyice kapadı.

Üniversitenin Meşhur Kültür Kafesi, öğrenci maç saatini beklemekte

İnsanlar çıkıp dışarı bakıyorlar. Benim arkama doğru. Ben de bir durayım bakayım dedim. Bir de ne göreyim! arkası simsiyah. Bulutlar siyah beyaz bir film sahnesinin platosu . Yağmura yakalanmamak için basıyorum pedala yok olmuyor. Yağmura yakalanacağız galiba ne yapalım en fazla ıslanırım dedim. Ama bir yandan hızla sürüyorum. Şehir merkezine yaklaştım artık ne park ne de başka bir şey düşünecek hal kalmadı. Şehrin merkezinde bir fırtına koptu. Şehrin göbeğinde hortum oluşur mu? Oluştu. Zaten yağmurluğumu da sabah alamamışım :(

Kültür Kafede bira ilan tablosu

Saçlarımdan sular aka aka sürdüm eve. Islak kedi yavrusu gibi koşarak odama çıktım. Hemen sıcak bir banyo. Sıcak bir fincan çay, dışarıda fırtına, boran . Elimde Türkçe bir roman. Değmeyin keyfime .Güzel kent burası. Yaşanılası bir yer. Bu kadar yağmur yağdı. Sokaklarda tek damla su yok . Adamların şehrini bisikletle bir uçtan bir uca geziyorsun. Her şey sistemli bir şekilde işliyor. Yaşanılası bir yer burası . Ah benim güzel ülkemde biz niye bunu yapamıyoruz. Çok mu zor bilmem ki.

Sevgiyle kalın.

Üniversitenin merkez öğrenci işleri

Bu arada aslında bu yazıda okulu tanıtmak istiyordum ama yazı kendini yazdı. şimdi okulla ilgili kısa bir bilgi vereyim. Belki ilgilenen olur. Efendim Üniversitemizde ( daha dün geldim ve alt tarafı staj yapıyoruz ama olsun yine de bizim üniversitemiz) dokuz fakülte ve 17.500 öğrenci bulunmaktadır. Sosyal bilimler alanında iyi bir üniversite olduğu söylenmekte.
Eğitim dili genellikle İngilizce ve birçok farklı ülkeden öğrenci eğitim alıyor. Özellikle felsefe bölümü çok iyi (çünkü zaten sadece bu bölümü biliyoruz.) Hocalarla henüz görüşemesem de öğrencilerin bir kısmı ile tanıştım. Çok farklı kültürlerden buraya gelmek ilginç bir duygu ama sonuçta herkes aynı nedenle burada. Herkesin amacı iyi bir eğitim almak. Bu okulun da bunu başardığı söylenebilir.
Üniversitemizin Yemekhanesi

Okul binaları genellikle yatay olarak inşa edilmiş ama sosyal bilimler büyük bir bina olarak tasarlanmış. İçerideki tüm tasarım çok sade ama kullanışlı. Her bölümün kendine ait bir kafesi ve dinlenme odası var. Öğrenciler için düzenlenmiş alanlar çok hoş. Onlarında bir kültür kafesi var. Pek bizimkine benzemese de. Yemekhane oldukça ışıklı ve modern bir yapı. Basit ama şık. Kocaman bir alanda iki üniversite diğeri ise Han Üniversitesi. Üniversite tüm şehrin havasını değiştirmiş herkes mutlu. Büyük öğrenci yurtları var. Yurt denilince tüylerim diken diken olur ama bunlar öyle değil . Yemekhanede öğrenci, hoca ayrımı yok. Ders saatleri dışında herkes birlikte vakit geçiriyor. Hem kafesinde hem de yemekhanesinde içki serbest herkes içiyor. Ama henüz sınırı aşanı görmedim. Kimse kimseyi gözlemiyor. Kimse kimseye uyarıda bulunmuyor. Özgürlük her yerde hissediliyor ancak ilginç olan herşeyin dozunda kalabiliyor olması. Kişiler özgürlük alanlarını kendileri kontrol ediyorlar. Bu nasıl kazanılmış bunu bilmiyorum ama üzerine düşünülesi bir konu. Fiyatları ve kabul koşullarını da kısa sürede ekleyeceğim. Şimdilik böyle. Beni izlemeye devam edin. Hatta yorum yazın
sevgiler.

Üniversitemizin Yemekhanesi


Üniversitenin Sosyal Bilimler Binası, 15.Kat Felsefe'ye ait.


6 Temmuz 2010 Salı

Bisikletle Turistik Şehir Turu,6.7.2010

Bisikletle Turistik Şehir Turu, 06.07.2010

Bugün bisikletle şehri turladım. Şehri tanımanın en iyi yolunun bu olduğunu düşünüyorum . Nijmegen oldukça küçük bir şehir. Hollanda'nın doğusunda 160.000 nüfusu olan ve 2000 yıllık tarihi ile Hollanda'nın en eski şehri. En önemli meydanı Grote Markt . Oldukça turistik bir yer olmasına rağmen 3.5 E 'ya bira içmeniz mümkün. 16yy. yapımı olan meydan ve kilise II.Dünya Savaşın'da yerle bir olmuş. Hatta sanıyorum perşembe günleri kiliselerden olabilecek hava saldırıları için hala siren tatbikatı yapılmakta. Savaş buralarda hala izini açıkça göstermekte.

Suyla oynayan özgür kız



Şehrin alış veriş Merkezi

Grote Markt Meydanından St. Stevenskerk Kilisesinin görünümü, 2010

Sirenlerden başka beni şaşırtan bir diğer şey havanın çok geç kararması oldu. Burada hava yazları saat 23:00'de kararıyor. Dolayısıyla günler oldukça uzun ve bereketli geçiyor. Dükkanlar ise saat 17:00'da kapanıyor. Birçok dükkanın ise ne zaman açık olduğunu keşfetmek oldukça zor. İnsanları ise oldukça iyi niyetli ve samimiler. Sokaktaki her Hollandalı en az 3 dil biliyor. Birçok farklı ülke vatandaşını burada görmeniz mümkün ama Afrika kökenli vatandaşlar yoğunlukta.Tabi bir de Türkler.


Evin Balkonundan kendi Portrem


Nijmegen'in en önemli özelliği Hollanda'nın en eski şehri olması. Burada tüm yapılar eski haliyle korunmaya çalışılmış evlerin birçoğu bahçeli yapılar. Şehir merkezinde daha modern yapıları görmeniz de mümkün ama Yüksek apartmanlara hiç rastlamıyorsunuz. Biz ise ne yazık ki hiçbir şehirde eski dokumuzu koruyamamışız.
Şehri Waal Nehri ayırıyor. O nedenle iki büyük köprü şehri birbirine bağlamış birinin üzerinden tren geçiyor. Nehir kıyısı oldukça hoş görünüyor. Köprü savaşta yıkılmış ama aynısını tekrar inşa etmişler. Nehrin üzerinde kayıktan yapılmış evler var. Oldukça keyifli yüzüyorlar.




Kerkboog Kilisesinin bahçesinden Grote Markt Meydanının bir görüntüsü


"Sanat Aşkı"


Çocuklar bu ülkede çok daha özgür görünüyorlar. Aileleriyle hayatın daha çok içindeler. Kafalarında kasklarıyla bisiklet kullanırken ya da ailelerinin bisikletlerindeki koltuklarda otururken onları görmeniz mümkün. Galiba çocuklar burada ağlamıyor.

Geçen gün evsahipleri ile meydanda bir şeyler içerken çok farklı yaştaki çocukların şehrin içindeki sularla oynadığına tanık oldum. Aileler çocuklara hiç müdahale etmiyorlardı. Ben de dedim ki bu Türkiye'de olsa çocuk üşütür korkusuyla biz asla buna izin vermedik. Daha sözümü bitirmemiştim ki başı kapalı ve Türk olduğunu tahmin ettiğim bir kadın tam çocuğu oynayacakken elinden tutarak çocuğa engel oldu. Deneyim denen olgunun önemini çok daha iyi anladım. Burası özgürlükler şehri sokaklarında yasal olarak esrarın satıldığı her yerinde içki içilebilen farklı cinsleri birlikte görebileceğiniz bir kent ama herşey dozunda aşırılıklar hiç bir şekilde sırıtmıyor. Sistem içinde yükselip alçalan dalgalar gibiler. Sistemin dışına çıkmak gibi bir kavram yok çünkü sistemden herkes memnun gibi görünüyor. Tabi bunlar ilk izlenimlerim. Zaman içinde değişe de bilirler.Zaman ne getirecek bunu da birlikte göreceğiz.
Günlüğümü tamamladığım gecenin bu geç satinde tüm kaosa rağmen ülkemin herşeyini özlediğimi söyleyebilirim.


Kalın Sağlıcakla...





3 Temmuz 2010 Cumartesi

handayim @ hollandadayim, 03.07.2010





han dayim@ hollanda dayim

03.07.2010

saat 5:30 da kalkan uçağım saat 8:30'da Amsterdam'a indi. Değişik bir hava alanı var daha çok hareketli bir caddeyi andırıyor. Buradan her yere trenle ulaşabiliyorsunuz. Ama tren olayı biraz karışık çünkü tüm tabelalar Dutch'ça yazılmış valizle doğru peronu bulmak için biraz uğraştım. Çok sık ve farklı peronlarda farklı trenler var.Nijmegen trenine binince biraz rahatladım açıkçası. Amsterdam'dan Nijmegen'e 19E ya gidebiliyorsunuz. Yolculuk 1 saat 30 dak. sürüyor. Nijmegen'de inince Ayşegül beni karşıladı. Birlikte kalacağım eve gittik. Bir sonraki yazımda size evimden ve ev sahiplerimden söz edeceğim.

Burada beni etkileyen ilk şey uçak hava alanına inişe geçtiğinde gördüğüm tarlalar oldu. Tüm tarlalar dikdörtgen olarak çevrelenmişti oysa Türkiye'de havadan bakınca tam bir kaos görüyorsunuz. Şehirde de aynı düzen devam etmekte. Örneğin özgür bir sanat eseri sayılan grifiti istasyonlar boyunca devam ediyor. ama hepsi birer sanat eserine dönüşmüş. Türkiye'deki kaosu burada görmüyorsunuz.


H.Dayı, "Gol Sevinci", Hollanda, 2010






İlk iki gün hava inanılmaz sıcak ve nemliydi. Burada kışlar sert geçtiğinden güneşi görenlerin hepsi dışarı çıkmışlardı.Biz de Ayşegül'le oturup bir cafede birşeyler içtik. yanında yiyecek söyledik. Oldukça değişikti. Biri bizim sigara böreğine benziyor. Diğerine ise meatball diyorlar ama içinde ne var onu anlayamadım. Yine de yedim. Su istediğinizde ise bardakta çeşme suyu geliyor. Ben batıda suyun temiz olmadığını düşünüyordum oysa herkes bunu içiyor.


Dün akşam ise Hollanda maçı vardı. Futboldan nefret eden biri olduğum halde 90 dakika güneşte ,ayakta ve bira içerek maçı seyrettim.(Bu arada maç nedeniyle çoğu zaman sinir ettiğim sevgili kocamdan da özür diliyorum.Beni görse gözleri yaşarırdı.)Bu Hollandalılar ilginç insanlar süper rahatlar çılgın gibi eğleniyorlar ama herşey inanılmaz dozunda tüm alanda yapılan en büyük çılgınlık biraların havaya savrulmasıydı.Gol sevincini genellikle öpüşerek kutladılar. Türkiye'yi düşününce tuhaf geliyor. Maç heyecanı gece de devam etti çünkü Burada hava saat 11'de kararıyor. Bu nedenle gece kavramı farklı.




Hollanda da ulaşım bisikletle sağlanıyor. Harika birşey heryerde, heryaşta insan bisiklete biniyor. Antalya'da bu yapılabilir diye düşünüyorum. Yollar bu şekilde planlanmış ancak burada kiralık bulmak çok zor. Evsahiplerim çok iyi insanlar bana bir bisiklet verdiler. Şimdi artık benim de bir bisikletim var.



Yazacak çok şey var. Zaman zaman deneyimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Şimdilik bukadar :)

12 Haziran 2010 Cumartesi

Hollanda'ya Gitme Hazırlığı

Geçtiğimiz yıl Erasmus sınavına girmemle başlayan süreç hızla geçti . Perşembe sabahı uçağa bineceğim. Benim için oldukça farklı bir deneyim olacağını düşünüyor ve herşeyin yolunda gitmesini umuyorum. Gitme günüm yaklaştıkça heyecanım artıyor. Özellikle eşim ve oğlumdan uzun bir süre ayrılmak zorunda kalmak sanıyorum işin en zor kısmı olacak.

Bu blogta bir Hollanda günlüğü tutmak istiyorum. Amacım hem yaşadıklarımı kayıt altına almak hem de sevdiklerimle deneyimlerimi paylaşmak.
Çok yakında görüşmek ümidiyle...